25 Mayıs 2013 Cumartesi

Ağır Metaller

ARSENİK
Vücutta fonksiyonu yoktur. Bazı tarım ilaçları, boyalar ve veteriner hekimlikte kullanılan ilaçlar gibi arsenik içeren bileşiklerin üretimi ya da kullanılması sırasında zehirlenme olayları görülebilirse de,olguların çoğu, arsenikli bir bileşik olan arsin (AsH3, arsenik hidrit) gazının solunması ya da ağız yoluyla arsenik trioksit alınması sonucu oluşur. Arsin renksiz ve sarımsak kokulu bir gazdır.
Endüstride cevherlerin ayrıştırma ve arılaştırması sırasında ya da galvanizleme, kaynaklama gibi işlemlerde içinde arsenik kalıntısı olan metallerin asidik çözeltilere temas etmesi ile açığa çıkar. Arsenikli atıklarla kirlenmiş kanalizasyon sularında mantarlar da arsin sentezleyebilir. Arsenik trioksit ise metalürji, seramik ve cam endüstrisinde kullanılmaktadır.
Arsin solunum yoluyla vücuda alındıktan sonra hemoglobinle etkileşerek arsenik metabolitlerine dönüşür. Bu metabolitler eritrosit zarını parçalayarak hemolize yol açar. Özellikle akut arsin zehirlenmelerinde ani ve şiddetli hemoliz ortaya çıkar. İnorganik arsenik bileşikleri ağız yoluyla alındıklarında mukozaları aşındırıcı etkilidir. Emildikten sonra oksidatif stresi artırır, hücre sinyal iletimini bozar ve bazı enzimleri baskılar. Arsenat (As+5) ve arsenit (As+3)’in karsinojen etkisi (kansere neden olan)tanımlanmıştır.
Akut arsin zehirlenmesi: Arsin gazına maruz kalındıktan sonraki ilk saatlerde sarımsak kokusu dışında bir belirti olmayabilir. Belirti ve bulgu olmayan (2-24 saat) dönemin ardından karın krampları, hematüri ve sarılık başta olmak üzere, üşüme, titreme, ateş, ekstremitelerde soğukluk, baş, bel ve yan ağrısı gibi belirti ve bulgularla giden klinik tablo ortaya çıkar.
 Arsenik zehirlenmesi: Arsenik bileşiklerinin ağızdan alınmasıyla akut, arsin ya da inorganik arsenik bileşiklerinin uzun süreyle solunması sonucu kronik zehirlenme oluşur. Kronik zehirlenme seyrektir.
davranış bozuklukları, diabet, işitme kayıpları, anemi, deri, akciğer, karaciğer, idrar kesesi, böbrek ve kolon kanserleri sonucu ölüm oranlarında artış gösterilmektedir. içme suyuyla arseniğin kronik alımının periferal kan lenfositlerinde, ağız mukozası ve idrar yolları hücrelerinde karsinojen etkinin göstergesi olarak mikronükleusların oluştuğu kanıtlanmıştır .Arsenikten kaynaklanan sağlık problemlerinin kötü beslenme ile arttığı görülmüştür.Saç dökülmesi,tırnaklarda çizgilenme (ağız yoluyla alındıktan 2-3 hafta sonra).Karın ağrısı,kusma,kanlı  ya da sulu ishal,burun mukozasında kuruma,ağız ve dışkıda sarımsak kokusu olur. Sudan zehirlenen yetişkinlerde deri dökülmesi, deride nasır şeklinde kalınlaşma, idrarda protein ve reflekslerde yavaşlama görülmüştür.

KADMİYUM
Kadmiyum batarya yapımında, reaktör kontrol çubuklarının üretiminde, boya ve plastik yapımında, metal kaplama işlemlerinde kullanılmaktadır . Havadaki Cd tozlarının atmosferde birikmesi, Cd içeren gübrelerin kullanılması ve tarım alanlarının sulanmasında lağım sularının kullanılması insanların tüketeceği ürünlerin kontaminasyonuna yol açarak Cd alımının artmasına yol açabilir . Özellikle Cd ile kontamine toprakta yetişen lifli yeşillikler, patates, havuç, kereviz gibi köklü sebzeler, pirinç, buğday gibi tahıllarda, yağlı tohumlarda yüksek konsantrasyonda bulunur. Ayrıca kabuklu deniz hayvanlarında (istridye, yengeç), yumuşakçalarda, hayvan sakatatlarında (özellikle yaşlı hayvanların karaciğer ve böbreklerinde), yabani mantarlarda Cd düzeyi yüksektir. Ayrıca sigara dumanında Cd bulunur ve içicilerin vücutlarına bir paketle 1-2 µg Cd girmektedir. 1-6 yaş arası 95 çocuğun saç örneklerinde anne ve/veya babası sigara içen çocukların Cd düzeylerini istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek bulmuştur. Diyette kalsiyum, protein, çinko, demir ve bakırın az olması bağırsaktan Cd emilimini arttırmaktadır kadmiyum, insanlarda yüksek tansiyona, kalp hastalıklarına, akciğer kanserine ve kansızlığa neden olur. Kadmiyum; Kadmiyum böbrek, akciğer ve gastrointestinal sistemi etkileyebilmektedir. Uzun süreli düşük dozlarda Cd teması kemik kaybına yol açmaktadır. Prenatal dönemde Cd teması olan hayvanlarda düşük doğum ağırlığı, iskelet anomallikleri, davranış ve öğrenme problemleri gözlenmiştir . Hayvan deneylerinde gebelik döneminde Cd temasının en çok sinir sistemini etkilediği gözlenmiştir . Cd’un insan üzerindeki nörotoksik etkileriüzerine az sayıda çalışma bulunmaktadır. Birkaç çalışmada çocuklarda saç Cd düzeyi ile zeka puanı arasında ters bir ilişki olduğu gösterilmiştir prostat kanserine, kansızlığa, doku tahribine, böbrek üstü bezlerin tahribine neden olur.

KURŞUN
Hamilelik ve emzirme sürecindeki annelerin yaşadıkları ortam ve yaşam tarzı, kurşunun bebekler için bir risk olup olmamasında belirleyicidir. Anne sütü kurşun taşımaktadır . Plasenta ise, kurşun için bir bariyer olmadığından fötus, anne kanındaki kurşunun % 90’ını plasental yolla alır .Organizmada kurşun homojen olarak dağılmaz.Kana geçen kurşunun %90’ı eritrositlerle moleküler bağ kurra. Çok az miktarda kurşun ise, plazma proteinlerine bağlanır veya serbest halde kan sıvısında dolaşır. Dolaşım sırasında kurşun, hücreler arası sıvı, dalak, kemik iliği ve böbrekler gibi RES ortamlarına dağılır. Daha sonra kemikler, iskelet ve kalp kası, merkezi sinir sistemi, saç ve kıllar ile tırnaklara geçer. Erişkinlerde kurşunun %95’i, çocuklarda ise %74'ü, kemiklerde depolanır.Toksik etkiler daha çok 1-5 yaşındaki çocuklarda gözlenir; özellikle 18-24 aylık çocuklar yüksek risk altındadırlar. Çünkü bu yaş çocukları toprak, boya ve kurşunla bulaşmış çeşitli materyalleri ağızlarına götürmeye yatkındırlar. Tırnak yiyen çocuklar, tırnak içlerine toplanan, toz ve toprakta doğal olarak bulunan kurşuna bağlı olarak kurşun zehirlenmesi riski taşımaktadırlar .Kurşun zehirlenmesinin belirtileri erişkinlerde birkaç hafta, çocuklarda ise, birkaç gün içinde ortaya çıkar. Belirtiler çocuklarda daha şiddetli olarak görülür. Önlem alınmayan kurşun zehirlenmelerinde felçler, körlük, hafıza kaybı, mental gecikme, kısırlık ve karaciğer yetmezlikleri hatta koma ve ölüm gelişebilmektedir .Ülkemizde, kurşun zehirlenmesi meslek hastalıkları arasında ilk sıradadır ve bu koşullar devam ettiği takdirde, yıllarla birlikte, toplumsal açıdan en büyük risk olarak dikkat çekecektir. Başlıca risk gurubu olan çocukların el temizli-ği, tırnak yeme alışkanlıkları dikkatle izlenmelidir. Özellikle çocukların tırnakları kısa arlıklarla kesilmeli, Boyalı zeminler ve eskimiş boyalı malzemelere elle temas ve boya katmanlarının kopartılması yine çocukların bunları yemeleri sakıncalıdır. Alkollü içkiler ve sigara kullanımı önemli düzeyde kurşun alımına yol açan alışkanlıklardır. Sirke, meyve suyu gibi asidik gıdalar uzun süre bekletilmemelidir .Toprakta birikmiş tonlarca kurşunun daha da artmaması ve solunumla kurşun alımının azaltılabilmesi için kurşunsuz benzin ve diğer petrol ürünlerinin kullanımının hızla zorunlu hale getirilmesi gerekmektedir
Kemiklerde biriken kurşun zamana bağlı olarak (yarılanma ömrü yaklaşık 20 yıl) çözünerek böbreklerde tahribata neden olur. Kurşun bir nevi nörotoksindir ve anormal beyin ve sinir sistemi fonksiyonlarına sebep olmaktadır. Çocuklar üzerinde yapılan araştırmalarda kanda kurşun miktarı arttıkça IQ seviyesinin düştüğü tespit edilmiştir. Diğer taraftan kurşun nörotoksik özelliğinden dolayı sinir sisteminde iletimin azalmasına da yol açmaktadır.


KROM
Krom içeren minerallerin endüstriyel oksidasyonu ve fosil yakıtların, ağaç ve kağıt ürünlerin yanması neticesinde doğada (hexavalent) altı değerlikli krom oluşmaktadır. Kromun kayalardan ve topraktan suya, ekosisteme, havaya ve tekrar toprağa olmak üzere doğal bir dönüşümü vardır. Ancak yılda yaklaşık olarak 6700 ton krom bu çevrimden ayrılarak denize akar ve okyanus tabanında çökelir. Günde ortalama krom alımı (tüm değerliklerde) ortalama 30-200 µg’dır bu oranda alınan kromun toksikolojik bir etkisi yoktur ve yetişkin bir insanda günlük krom ihtiyacını karşılar. Günde 250 µg’ a kadar alınan kromun vücut sağlığına zararı yoktur. Günlük alınan krom miktarı tüketilen besin maddeleri ile ilintilidir. Et, hububat, bakliyat ve baharatlar en iyi krom kaynağıdır, süt ürünleri, pek çok sebze ve meyve ise az miktarda krom ihtiva eder. İnsan vücudundaki krom eksikliği, şeker hastalığı olarak kendini gösterir. Laboratuvar denemelerinde Cr (VI) nın kanserojen özelliği tespit edilmiştir ve kanserojen etki özellikle bronş sisteminde etkindir. Krom uzun süreli temas durumunda kimyasal kanser. Kromatlama yapan ve krom üretiminde çalışan işçiler üzerinde yapılan araştırmalarda, cevherden dikromatların (Cr2O72-) üretilmesinde ve izolasyonunda çalışan işçilerde bronşit kanserinin arttığı tespit edilmiştir. Krom, metal alaşımlandırmada ve boyalar, çimento, kağıt, kauçuk ve diğer malzemeler için pigment olarak kullanılmaktadır. Düşük seviyelerde kroma maruz kalındığında, deride iritasyon ve ülser meydana gelir. Uzun süreli maruz kalındığında böbreklerde ve karaciğerde hasara yol açabildiği gibi kan dolaşım sistemini ve sinir dokularını tahrip edebilir. Krom daha çok sulu ortamlarda birikerek çoğalır. Dolayısıyla yüksek seviyelerde kroma maruz kalmış balık yemek oldukça tehlikelidir.


Kaynaklar:
 http://www.kocatepetipdergisi.aku.edu.tr/PDF/Mayis%202005/Dr%20Yilmaz%20Dundar.pdf
http://www.metalurji.org.tr/dergi/dergi136/d136_4753.pdf





20 Nisan 2013 Cumartesi

Küresel Isınmanın Etkileri


         ·      Aşırı sıcak ve soğuk canlılarda kromozom sayısı ve yapısı mutasyonlarını artırarak canlıların kalıtsal yapılarının değişmesine yol açacaktır.
         ·         Kutup Bölgelerindeki donmuş topraklar, küresel ısınma sonucu çözülmeye başlayarak binlerce yıl boyunca bünyelerinde bulunan sera gazlarını atmosfere bırakacaktır.
        ·         Küresel ısınma, gece-gündüz sıcaklık farkını giderek azaltacaktır.
        ·         Kasırga, hortum ve yıldırım gibi atmosfer felaketleri fazlalaşacaktır.
        ·         Asit yağmurlarının ve birçok doğa felaketinin zincirleme oluşmasını tetikleyecektir
        ·         Bütün bu olumsuz olaylar insanı moral çöküntüsüne sürükleyerek ruhsal yapısının hassaslaşmasına ve anlaşmazlıkların artmasına neden olacaktır.
        ·         Okyanus sıcaklıklarının artmasıyla buzullar eriyecek ve önümüzdeki yüzyılın ortalarına doğru deniz yüksekliği 0.10–0.32m yükselecektir
        ·         2050 yılına kadar UV B radyasyonun %20-%25 artması beklenmektedir. Bu değişim enlemlere göre farklılık gösterecektir.
         ·         iklim değişikliği sonucunda oluşan yetersiz beslenme ve tek başına küresel olarak dağılan ve etkili olan hastalıklar(ishal,sıtma) görülmektedir. Bazı hastalıklar sıcaklık ve yağışa karşı oldukça duyarlıdır. Yüksek sıcaklıkların olduğu dönemlerde özellikle çocuklarda ishal salgınları görülmüştür neden olan tehlikenin (virüs, enfeksiyon vb.) dağılımını da değiştirecektir.
         ·         İklim değişikliğinden dolayı kuş gribinden sarıhummaya kadar olan bir düzine hastalık yabani hayvanlar yoluyla yayılmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü tarafınca yapılan bilimsel çalışmalarda bu hastalıklar aşağıdaki şekilde sıralanmıştır:Kuş gribi,Kene Kolera,Ebola Parazitler,Veba,Lyme,Zararlı deniz yosunları,Kızıl humma, sıtma,Uyku hastalığı,Verem,Sarıhumma, sıtma .
        ·         Çevre sıcaklığı yükseldiği zaman, vücut ısısı da yükselmektedir. Bu durum daha fazla hastalıklara, ölümlere, kalp rahatsızlıklarına neden olmaktadır.
        ·         Türkiye de ise 1957 yılında Ankara da Hatip Çayı’nın taşması sonucunda 185 vatandaşımız hayatını kaybetmiştir.1995 yılı kasım ayının ilk günlerinde İzmir’deYamanlar Deresi’nin taşması sonucunda meydana gelen sel felaketinde 61vatandaşımız hayatını yitirmiştir. 1998 Mayıs ayında Batı Karadeniz Bölgesinde
meydana gelen şiddetli sel sonucunda 28, aynı şekilde 2006 yılının kasım ayında Güneydoğu Anadolu Bölgesinde meydana gelen şiddetli yağış ve sel sonucunda da 42 vatandaşımız hayatını kaybetmiştir. 19 Haziran 2004 tarihinde Ankara’nın Çubuk ilçesinin Sünlü köyünde meydana gelen hortum da ise 4 kişi hayatını kaybetti.
          ·         Deniz seviyesinde görülecek yükselme, birçok kıyı bölgesi yerleşimini olumsuz yönde etkileyecektir. Örneğin deniz seviyesinde meydana gelecek 100 cm’lik bir artışla Hollanda’nın %6’sı, Bangladeş’in %17,5’i ve birçok adanın ya tümü ya da büyük bölümü sular altında kalacaktır. Denizlerdeki yükselme kıyı ekosistemlerinde büyük değişiklikler yaratacak, denizlere yakın alçak düzlüklerde yeni bataklıklar meydana gelecektir. Denizlerin karalar üzerinde ilerlemesi ile oluşacak arazi kayıplarının yanında kıyı erozyonlarında da artışlar görülecektir.
          ·         Kıtalar üzerine düşen yağış miktarı son yüzyıl içerisinde %1’lik bir artış göstermiştir. Gücünü suyun buharlaşmasından alan kasırgalar muhtemelen daha da güçlü olacaklardır. El Nino kasırgası önceki yüz yıllık periyotla karşılaştırıldığında son 20-30 yıllık süreçte daha sık, uzun süreli ve şiddetli görülmeye başlanmıştır.
          ·         Küresel ısınmanın etkisiyle hayvanlar ve bitkiler kutuplara ve üst dağlık kesimlere-yüksek rakımlara doğru göç edeceklerdir. Ancak, bu göç yollarını tıkayan kentler ya da tarım arazileri ile karşılaşan ve bunları aşamayan bitki türlerinin nesilleri tükenecektir.
           ·         Buzulların erimesi başata kutup ayıları ve kral penguenleri ve onların habitatlarını tehdit etmekte, besin bulmalarını zorlaştırmaktadır. Yapılan gözlemler kutup ayılarının vücut ağırlığında daha şimdiden %10 azalma olduğunu göstermiştir. Aynı şekilde su ekosistemlerinin aşırı ısınması planktonların zarar görmesine, balıkların üretkenliğinin azalmasına, göç etmesine ve bunun sonucu su ekosistemlerinde besin zincirinde kopmaların oluşmasına neden olmaktadır.
           ·         Deniz buzunun eriyerek küçülmesi, kutup ayıları, foklar ve deniz ayılarının biyolojik habitatlarını tehdit etmekle beraber daha soğuk açık okyanus suyunun oluşumuna sebep olarak okyanusun CO2 depolama kapasitesini artırmaktadır
          ·         insan kaynaklı yangınlar yanında sıcaklık artışına bağlı yangınlarda da artış görülmektedir. Özellikle Ak Deniz bölgesinde son yıllarda sıcaklı artışına bağlı olarak gerçekleşen yangınlar sonucu yüz binlerce ağaç türü, bitki, böcek,mikroorganizma türü ile birlikte milyonlarca dekarlık orman arazisi yok olmuş ve yok olmaya da devam etmektedir.
          ·         Kaçkar dağlarında son iki yıldır buzullarda erime başlamıştır. Eriyen buzullarla birlikte bu bölgeye özgü canlı formların kompozisyonunda da değişmeler saptanmıştır. Ayrıca 20 yıldır ekolojik çalışmaların yürütüldüğü Kızılcahamam Milli Parkı'nda, yaşamları tamamen su veya nemin var olduğu ekolojik ortamlara bağlı olan ciğerotlarından, eskiden 20 tür mevcutken, şimdi 4 tür bulunduğu saptanmıştır.
          ·         Ormanlarda toplu ağaç kurumaları ve hastalık salgını görülür.
          ·         Dünya’nın en önemli 200 havzası arasında sayılan, Konya Kapalı havzası’nda yer alan iki yıl öncesine kadar bir çok türde onbinlerce kuşa ev sahipliği yapan Bolluk, Kulu, Samsam, Kozanlı,Hotamış, Akşehir, Eber, Suğla, Meke, Eşmekaya, Ereğli,Tersakan ve Düden Sazlık ve Gölleri küresel ısınma nedeniyle bualanların suları çekilmiş bulunmaktadır. Türkiye’nin toplam yer altı suyunun %40’ını barındıran Konya Kapalı Havzası’nda su seviyesi son yirmi yılda önemli oranda düşerken, yerüstü sularında da sürekli bir azalma seyri gözlemlenmektedir.
           ·         Zararlı böcek salgınları olur.
            ·         Kızıldeniz’de yaşayan bazı yosun ve balık türlerine Türkiye denizlerinde rastlanmaya başlanmıştır.Bununla birlikte özellikle son yıllarda Ege Denizi’nde yaşayan yumuşak mercanların Eunicella cavaloni ve Eunicella singularis kolonilerinde görülen beyazlama ve soyulmalarının sıcaklık artışıyla ilgili olduğu belirlenmiştir. Mercanlarda %25 oranında beyazlama saptanmıştır. Bu olgu özellikle Kaş ve Kemer/Antalya bölgelerinde açıkça görülmektedir. Bunun dışında, salpa, kupes ve papaz balıklarının son yıllarda Karadeniz’de özellikle İğneada, Kıyıköy ve Şile bölgesinde avlanmaya başlanması Karadeniz yüzey suyu sıcaklığındaki artışla açıklanmaktadır.
Kaynaklar:       


23 Mart 2013 Cumartesi

Hidroelektrik Santraller

Hidroelektrik Santraller

Günümüzde 150 ülkede kullanılan hidroelektrik santraller, dünya toplam enerji gereksiniminin % 19’unu karşılamaktadır .Dünya hidroelektrik enerji üretiminin % 50’si ABD, Brezilya, Çin,Kanada ve Rusya tarafından üretilmektedir. Dünya elektrik enerjisinin beşte biri ve dünya ülkelerinin üçte birinin elektrik gereksinimi % 50 HES yapılarından karşılanmaktadır. Dünyada 24 ülkede toplam ulusal elektriğin % 90’ını ve 63 ülkede % 50’sinin hidroelektrik santrallerden elde ediliyor olması bu yapıların enerji sağlamada önemini göstermektedir. Ucuz ve yenilenebilir enerji sağlamaları nedeniyle ülkemizde de baraj ve HES’ler kullanılmakta ve bu yapıların sayısı her geçen gün artmaktadır. Baraj ve HES’lerin inşası, su ve elektrik gereksiniminin karşılanması için etkili bir yol olarak görülmekle birlikte, bu yapılar toplumsal, çevresel ve ekonomik anlamda bedellerin ödenmesine de yol açmaktadır.Türkiye'de Hidrolik enerji toplam enerji üretiminin %28'ini karşılar. Tercih edilme sebebi ise,düşük potansiyel risk taşımaları, yenilenebilir, yüksek verimli, yakıt gideri olmayan, enerji fiyatlarında sigorta rolü üstlenen, uzun ömürlü, işletme gideri çok düşük ve dışa bağımlı olmayan yerli bir enerji üretim biçimi olmalarıdır.

HES’lerin Zararları



  •         Barajlar, konum ve boyutlarına göre akarsuların doğal akışı ve yapısını değiştirir. Bu durum su kalitesinin bozulması,canlıların yaşam alanlarının tehlike altına girmesi ve pek çok canlı türünün yok olması gibi ciddi sorunları gündeme getirmektedir Doğa Derneği ve Atlas dergileri,Türkiye’deki az bulunan ve tehlike altındaki canlı türlerinin yaşadığı 266 önemli doğa alanını belirlemiştir .Planlanan bütün baraj ve HES’lerin uygulanması halinde,bu alanlarda yaşayan nadir canlıların önemli bir kısmının nesli geri dönüşü olmayacak biçimde tükenecektir.
  •       Baraj yapımında temel hedef, akarsular gibi doğanın en dinamik ve üretken sistemlerinden yararlanarak onlardan sulama, içme suyu ve enerji üretimi gibi gerekçelerle en yüksek yararı elde etmektir. Barajların inşası ile akarsular kıyılardaki deltalarına tortu taşıyamamakta ve deltalarına zamanla denizlere teslim olmaktadır. Tortuları bağlı olarak taşınan besin maddeleri de barajlarda tutulduğundan, deltalardaki ve denizlerdeki canlılara ulaşamamaktadır. Barajlar, suyun aşındırıcı etkisiyle tarım faaliyetleri başta olmak üzere deltadaki tüm geçim kaynaklarını tehdit etmektedir
  •      Su kaynakları kısıtlı olan kapalı havzalardaki akarsularda inşa edilen barajlar, suyu havzanın irtifası yüksek noktalarında tutarak, havzanın aşağı kesimlerine olan su akışını azaltmaktadır. Bu durumda, havzanın orta kesimindeki yeraltı suları aşırı derecede azalmakta ve bazı durumlarda havzalardaki göller tümüyle kurumaktadır. Ülkemizde son 40 yıl içerisinde yaklaşık 1,3 milyon hektar sulak alan ekolojik ve ekonomik özelliğini yitirmiştir. Türkiye’deki toplam sulak alanların 2,5 milyon hektar olduğu düşünüldüğünde son 40 yılda sulak alanlarının yarısını kaybettiğimizi söylememiz yanlış olmayacaktır.
  •      Baraj projeleri çoğu zaman hesaplananın üzerinde bir maliyetle tamamlanır. Buna ek olarak hidroelektrik santrallerden elde edilen ekonomik gelirin de çoğu zaman tahmin edilenin altında olduğu bilinmektedir.
  •       Baraj sahasında yaşayan insanlar, inşaatın başlamasıyla birlikte başka alanlara göç etmekte ve bu bölgeler önemli sosyo-ekonomik sorunların parçası olmaktadır. Geleneksel yaşam biçiminin ortadan kalkmasıyla, barajdan etkilenen topluluklar çoğunlukla kentsel alanlara taşınmakta ve taşındıkları bölgedeki yaşam koşullarına uyum sağlamakta zorluk çekmektedir. Ayrıca, taşınılan bölgenin taşıma kapasitesi ve altyapısı yetersiz olduğu durumlarda, bölgenin yerli halkıyla barajdan etkilenenler arasında sosyal çatışmalar oluşmaktadır. Barajlar nedeniyle yer değiştiren toplulukların karşı karşıya olduğu sorunlardan biri de kırsal yaşama dair geleneksel bilginin kaybıdır.                                                                 
  •        Akarsu akış düzeninin değişmesi, baraj haznelerinin büyük alanları su altında bırakması, yeraltı seviyesinin yükselmesi, toprağın tuzlanması ve haznede tutulan milin etkisiyle barajdan bırakılan temiz suyun akarsu yatak ve kıyılarında aşırı erozyona neden olması gibi sakıncalardır .Baraj haznelerinin kapladığı alanlar tarihi yapıların, tarım arazilerinin ve fiziki güzelliklerin geri dönüşü olmayacak şekilde yok olmasına neden olmaktadır.

·         Nehirlerin engellenerek, baraj gölü haline getirilmeleri baraj gölündeki suyun bir miktarının buharlaşması ile su içindeki tuz miktarı ve diğer minarellerin artmasına neden olmaktadır. Akarsudan göle geçişte su hızı difüzyon ve oksijen alma kapasitesinin düşmesine bağlı olarak doğal temizleme kapasitesi düşmekte göl, ötrifikasyon sürecine girmektedir .Göl su kalitesinde meydana gelen değişimler sucul canlı yaşamını değiştirmektedir.
·         Barajın fiziksel yapısının su ve kara ortamında göç yollarının kesilmesi, yaşama alanlarının su altında kalması ve bazı önemli türlerin yok olması sonucunda ekolojik etkiler ortaya çıkmaktadır. Yüksekten düşen sular nedeniyle hava azotunun aşırı doygunluk düzeyinde çözülmesi, balıklar için öldürücü olmaktadır.
·         Can suyu (ekolojik su, ekolojik denge suyu, mansap suyu) miktarı,kamulaştırmaların yol açtığı sosyal sorunlar, yapılacak olan şantiye binaları, kurulacak olan 670 kalıcı yapı ve tesisler, yollar, açılacak olan tüneller, malzeme alımları, çıkacak olan hafriyat,kırma taş tesisleri ve beton santralleri, inşaatlar ve trafikten kaynaklanan toz ve gürültü,katı atıklar, araç ve makinelere ait yağ ve yakıtlar, atık sular, enerji nakli hatları gibi birçok unsurun yörede yaşayan insanlar başta olmak üzere, evcil hayvanlar, tarım alanları, doğal bitki örtüsü ve yaban hayvanlarına doğrudan veya dolaylı olarak zarar verecek olması.

·         HES’ler balıkların göç yollarını da engelliyor. Su alma yapılarından geçerken yüzde 25 gibi bir balık miktarının kaybolması söz konusu. Dünyada sayısı 9 binden çok olan tatlı su balığı türünün yüzde 20’den çoğunun soyu son yıllarda tükendi ya da tükenmek üzere. Su kaynaklı hastalıkların yaygınlaşması da insanlar için ciddi bir tehdit. Sulama sistemlerindeki bu barajlardan temin edilen tarımsal sulama yapıldığında parazit, sıtma gibi hastalıkları yapan canlılar için uygun koşullar olduğu için bu bulaşıcı hastalıkların ortaya çıkmasına sebep olabiliyor. Burada sümüklü böcek flistozom paraziti ve insan arasındaki dengenin de bozulmasıyla bu hastalığın da yayılma riski artmış oluyor. Yine baraj göllerinde yaşayan balıklarda civa zenginleşmesi görülen bir risk.Bu da çeştli sağlık sorunlarıyla karşılaşmamıza neden oluyor. Su ile taşınan toprak ve besin azaldığı için tarım toprakları yeterince beslenemiyor. Ayrıca, sulama amacıyla uygulanan bu baraj projelerinde tuzluluk ve alkalinler yüzünden toprak veriminin azalması ve verimli toprak arazilerimizin de kaybedilmesi tehdidiyle de karşı karşıyayız. Su sisteminin döngüsünde HES’ler ciddi bir etki yapıyor. Suların kullanılması, yeryüzüyle buluşmadan borularla uzaklaştırılarak başka amaçlarla kullanılması, yer altı sularıyla buluşamadıkları yeraltı sularının beslenmesine ve yeraltı sularımızı uzun vadede de kaybetmemiz gibi bir risk taşımaktadır.

http://webtv.hurriyet.com.tr/2/39834/0/1/salarha-deresi-nde-toplu-balik-olumleri.aspx

Kaynaklar:

http://web.ogm.gov.tr

13 Ocak 2013 Pazar

Öneri Filmler

THELMA & LOUİSE


 Yönetmen: Ridley Scott

Oyuncular: Susan Sarandon,Geena Davis,Brad Pitt

Tür: Macera,Gerilim,Aksiyon,Dramatik Komedi

Ülke: ABD

Süre: 2 saat 9 dk




Erkek arkadaşından bıkan Arkansaslı garson kız Louise (Susan Sarandon), ihmalkar ve cinsiyet ayrımcısı kocasıyla birlikte sıkıcı bir hayatı olan arkadaşı Thelma’yı (Geena Davis) ayartır. Birlikte özgürlükle dolu bir haftasonu araba seyahatine çıkarlar.İlk uğrak yerleri olan barda gevşeyip dansederler ve yöre erkekleriyle eğlenip hoş bir akşam geçirirler. Ancak bir adam Thelma’yı park yerine kadar izleyip tecavüze yeltenince Louise yetişip onu öldürmek zorunda kalır. Polisin kendilerine hiç bir zaman inanmayacağı paranoyasına kapılan kadınlar kaçmaya karar verirler ve bir anda kanun kaçağı durumuna düşerler. Son olaylardan kötü etkilenen Thelma kafayı toparlamak için genç bir kovboy olan J.D (Brad Pitt) ile bir gecelik ilişki yaşar ve işler daha da sarpa sarar.
İzlemeye değer mutlaka izleyin...


KUTUP ÇİZGİSİ AŞIKLARI



Orjinal Adı: Los Amantes del Circulo Polar

Yönetmen: Julio Medem

Oyuncular :Najwa Nimri,Fele Martinez,Nancho Novo...

Tür: Dram

Süre: 1 sa 52 dk

Ülke:İspanya,Fransa

Ana ve Otto’nun tüm hayatları, nerede olurlarsa olsunlar, sanki bir şekilde birbirleriyle bağlantılı gibi sürmektedir. Çok önceden Madrid’teki bir okulun çıkışında tanışan ikiliyi aralarına giren zaman ya da mesafe ayıramayacaktır. Bir zamanlar sadece bir kaçamak zevkten can bulan bu ilişki gün geçtikçe derin bir aşka dönüşecektir. İkisi de zamanla asla ayrı kalamayacakları ‘o’ günün bir gün geleceğini bilerek, hayata dair umutları yükleneceklerdir. 



DUVAK

 Orjinal Adı:The Painted Veil

Yönetmen:John Curran

Oyuncular:Naomi Watts,Edward Norton..

Tür:Romantik,Dram

Ülke:Kanada,ABD,Çin


Bu aşk hikayesinde Kitty, genç, zeki, utangaç ve biraz da duygusuz bir tavrı olan Dr. Walter Fane ile evlidir. Doktorun uzmanlık alanı enfeksiyona neden olan hastalıklardır. İşine fazlası ile düşkün olması karısının mutsuzluğuna neden olmaktadır ki Walter bunu, karısının kendisini aldatmakta olduğunu keşfettiğinde bile anlayamaz. Aksine intikam arzusu ile dolar. Dahası bu konuda öylesine acımasızlaşır ki bu intikamı farklı bir yöntemle gerçekleştirmeyi planlar. Çin’de herkesi öldüren bir kolera salgınının olduğu bir köyde hekimlik yapmayı kabul eder. Karısı da onunla gitmek zorundadır. Ölüm döşeğinde var olmaya çalışan bu köydeki insanlar arasında deneyimleyecekleri hayat onlar için de büyük bir dönüşüm anlamını taşımaktadır.
Duvak,kendini kanıtlamış iki oyuncuyla kusursuz bir film.



UYANIŞLAR

 Orjinal Adı: Awakenings

Yönetmen:Penny Marshall

Oyuncular :Robert De Niro,Robin Willeams...

Tür: Dram

Ülke: ABD

Süre: 2 saat

Oliver Sacks’ın kendi hayatını kaleme aldığı aynı isimli romandan sinemaya uyarlanan film, ömrünü bilime adayan asosyal bir doktorun, icat ettiği bir ilaç sayesinde değiştirdiği yaşamları anlatır. Nörolog Malcolm Sayer, yeni çalışmaya başladığı bir hastanede, daha önce görmediği tarzda bir hastalığa sahip bir grup hastayla karşılaşır. Bu insanlar uzun yıllardır hareket etmeden yatağa bağlı bir şekilde uyku modundadırlar. Doktor Malcolm bir konferans esnasında tanıtılan bir ilacın bu hastalığı da iyileştirebileceğini düşünür ve bu hastalar üzerinde uygulamaya başlar. Uyandırılıp hayata dönen ilk hasta Leonard Lowe olur. 

Robin Willeams ve Robert De Niro, harika iki oyuncu.Başka söze gerek yok.


GİT BAŞIMDAN


 Orjinal Adı : Due Date

Yönetmen:Todd Philips

Oyuncular: Robert Downey Jr.,Zach Galifianakis

Tür : Komedi

Ülke: ABD

Süre: 1 saat 40 dk




Peter Highman beş gün sonra karısı doğum yapacak ve ilk çocuklarını dünyaya getirecek bir baba adayıdır. Peter Atlanta’dan doğuma yetişmek ve karısının yanında olmak için uçağını yakalamaya çalışırken, birden tüm programı alt üst olur. Sonunda, kendisini Ethan Tremblay’in arabasında bulur. Zamanında doğuma yetişebilmek için tüm ülkeyi bir uçtan diğerine bu yeni yol arkadaşı ile aşmak durumundadır. Ethan ve köpeği ile yolculukları, birkaç arabanın hurdaya döndüğü, birçok arkadaşlığın bozulduğu ve Peter’ın sinirlerinin iyice gerildiği bir maceraya dönüşür.





9 Ocak 2013 Çarşamba

Enzim nedir


                                                                
Kimyasal reaksiyonları hızlandıran bileşiklere katalizör denir. Enzimler metabolizma reaksiyonlarının pek çoğunu hızlandıran protein yapısında biyolojik katalizörlerdir(Katalitik RNA molekülleri dışında bütün enzimler proteindir). Hücrelerde organik maddelerin yapılması ve yıkılması, sindirim, kas kasılması, hücre solunumu, sinir uyarılarının gönderilmesi ,gibi önemli faaliyetler çeşitli metabolizma reaksiyonlarının sonucudur ve bu reaksiyonlar enzimlerin katalitik etkisiyle mümkün olmaktadır. Aksi durumda bu reaksiyonlar çok yavaş ilerler .Kelime anlamıyla enzim "maya=ferment" anlamına gelmektedir. İnsanlar çok eski zamanlardan beri  enzimatik reaksiyonlardan yararlanmışlardır. Örneğin; şarap, yoğurt, ekmek, sirke, boza yapımında yine canlılar tarafından üretilen enzimlerden yararlanmışlar, fakat bu olaylarda enzimlerin katalitik etkilerinin nasıl olduğunu bilememişlerdir. Enzimler reaksiyon hızını arttırırlar. Örneğin; dakikada 36 milyon molekülü değişikliğe uğratabilmektedir. Hücre dışında da etkinliklerini korurlar. Yalıtılan enzimlerin tümü protein yapısındadır ya da protein kısmı bulundururlar. Bir molekül katalaz enziminin parçaladığı H2O2'i demir atomu yalnız başına ancak 300 senede parçalayabilir. Ya da mol başına aktivasyon enerjisi için 18.000 kalori vermek gerekir. Kolloyidal platin bu aktivasyon enerjisini 11.700 Kal./Mol.'a, katalaz enzimi de 5500 Kal./Mol.'a düşürür. Bazı enzimler çok özgüldür; yalnız bir substrata etki eder. örneğin, üreaz yalnız üreye etki ederek onu amonyak ve CO2'de parçalar. Halbuki bazıları çeşitli substratlara etki eder; dolayısıyla daha az özgüldürler, örneğin peroksidaz başta hidrojen peroksit olmak üzere birçok bileşiğe etki eder. Bazı enzimler yalnız bazı bağlar için özgüldür, örneğin pankreastan salgılanan lipaz, yağlardaki ester bağlarına etki eder. Enzimlerin bir kısmı sitoplazmaya serbestçe dağılmış olarak, diğer bir kısmı da hücredeki bazı yapılara sıkıca bağlanmış olarak bulunur. Enzimler 12,000 ila 1,000,000 molekül ağırlığı arasındadır. 

Eksiklikleri veya aşırı aktiviteleri bazı genetik hastalıkların sorumlusu olabilir.Bazı enzimlerin aktivitelerinin ölçülmesi, yine bazı hastalıkların tanısında önemlidir. (Pankreas iltihabında "Pankreas amilaz" enzimi yükselir.Kemik teşekkülünün arttığı kemik hastalıklarında serumda "Alkalen fosfataz" enzim düzeyi artar. Paget hastalığında bu artış normalin 20 katına yükselebilir.Asit fosfataz enzimi ise en çok erkeklerin prostat bezinde bulunur. Prostat tümörlerinde bu enzim düzeyinde yükselme olur, böylece teşhis için belirleyici özellik gösterir.) Vücudumuzdaki binlerce enzimden bir tanesinin bozuk çalışmasının ölümcül bir hastalığa yol açabilmesi enzimlerin ne derece önemli olduklarını gösterir.Bunun bir örneği, fenilketonuria hastalığının en yaygın olan tipidir. Fenilalanin yıkımının ilk adımını katalizleyen Fenilalanin hidroksilaz enziminin bir amino asidindeki mutasyon, fenilanin ve ilişkili ürünlerin vücutta birikimine yol açar. Hastalık tedavi edilmezse bu zekâ geriliğine yol açar.Bir diğer örnek, DNA tamir enzimlerinin genlerinde germ hücresi mutasyonları olunca, kseroderma pigmentosum gibi kalıtsal kanser sendromlarına neden olmasıdır. Bu enzimlerdeki kusurlar kansere yol açar, çünkü vücut genomdaki mutasyonları daha zor tamir edebilir. Bu yüzden mutasyonlar yavaş yavaş birikir ve bu, hastada çok çeşitli kanser tiplerinin gelişmesiyle sonuçlanır.Birçok ilaç enzimler üzerinden etkisini gösterir.Ayrıca kimya endüstrisi, yiyecek işlenmesi ve tarımda önemli kullanıma sahiptir. Bazı enzimler endüstriyel amaçla kullanılırlar, örneğin,antibiyotik sentezinde. Ayrıca bazı ev ürünlerinde biyokimyasal tepkimeleri hızlandırmak için enzim kullanılır (örneğin, çamaşır tozunda bulunan enzimler lekelerdeki protein ve yağları parçalar).

Enzimlerin Adlandırılması

Etki ettiği maddenin sonuna "Ase = Az" eki getirilerek ya da katalizlediği tepkimenin çeşidine göre adlandırılırlar. Örneğin, kitine etki eden kitinaz enzimi, sükrozu parçalayan enzime "sükraz", fosfor ekleyen enzime "fosforilaz" veya laktozun iki üniteye parçalanma reaksiyonunu katalize eden enzime "laktaz" denilir. Dekarboksilasyon reaksiyonu katalize eden enzime "dekarboksilaz" denir .Enzimler etkili olduğu substratın sonuna "litik" eki getirilmek yoluyla da isimlendirilirler. Örneğin proteinleri parçalayan enzimlere "proteazlar" denildiği gibi "proteolitik enzimler" de denilir. Lipitleri veya lipoidleri parçalayan enzimler "lipolitik enzimler" diye adlandırılırlar. Bu çeşit adlandırma daha çok geniş enzim sınıfları için kullanılır .

Çok defa renksizdirler, bazen sarı, yeşil, mavi, kahverengi ya da kırmızı olabilirler. Suda ya da sulandırılmış tuz çözeltisinde çözülebilirler. Fakat mitokondrilerde bulunan enzimler lipoproteinler ile bağlandığından (bir fosfolipit-protein kompleksi) suda çözünmez. Enzimlerin etkinlikleri akıllara durgunluk verecek derecededir; örneğin, sığır karaciğerinden elde edilen ve bir molekül demir içeren katalaz enzimi, bir dakikada, O C°'de 5.000.000 hidrojen peroksit (H2Cy molekülünü H2O ve 1 /2 O2'ye parçalayabilir. Eksiklikleri veya aşırı aktiviteleri bazı genetik hastalıkların sorumlusu olabilir.Bazı enzimlerin aktivitelerinin ölçülmesi, yine bazı hastalıkların tanısında önemlidir.Birçok ilaç enzimler üzerinden etkisini gösterir.Ayrıca kimya endüstrisi, yiyecek işlenmesi ve tarımda önemli kullanıma sahiptir.

Enzimlerin Yapısı ve Tanımlar

Enzimlerin etkileyip değişikliğe uğrattığı moleküle "substrat" adı verilir. Enzimin substratı ile reaksiyon verdiği bölge aktif bölge (aktif merkez)olarak adlandırılır. Enzim biyokimyasal reaksiyonda substratı değiştirip ürüne dönüştürürken kendisi hiç değişikliğe uğramaz. Enzimler substrat dediğimiz molekülden reaksiyon sırasında ya bir ya da birkaç atomu veya fonksiyonel bir grubu koparır yada substrata ekler. Enzimler canlı hücreler tarafından biyolojik koşullarda sentez edilirler, fakat aktivite göstermeleri için hücre içinde bulunmaları gerekmez. Enzimlerin protein kısmına apoenzim denir. Apoenzim ısı ile kolayca denatüre olur Enzimlerin bazıları basit proteinlerdir. Bunların katalitik etki gösteren kısmı doğrudan doğruya proteinin polipeptit zinciridir.Enzimlerin aktivite göstermeleri için gerekli olan ve protein yapısında olmayan genellikle metal iyonlarından meydana gelmiş olan yan gruplarına kofaktör adı verilmektedir. Pek çok enzim kofaktör olarak Cu+2, Fe+2, Zn+2 ve Mg+2 iyonlarına gereksinim duyar. Enzimlerin aktivite göstermeleri için gereksinim duydukları organik moleküllere ise "koenzim" adı verilmektedir. NAD, FAD, B vitaminleri gibi organik yapılardır.Koenzimlerin öncül molekülleri vitaminlerdir. Eğer enzim koenzimi veya kofaktörü ile birlikte ve katalitik bakımından tamamen aktif durumda ise, enzimin bu haline holoenzim adı verilmektedir. Eğer koenzim ve kofaktör enzimden ayrılacak olursa ve enzimde inaktif hale gelirse, enzimin bu haline de apoenzim adı verilmektedir. Bazı durumlarda koenzim kısmı apoenzim kısmına kuvvetlice (kovalent) bağlanmıştır; bu sıkı bağlanan kısma "Prostetik Grup"; prostetik  grupla  apoenzim kısmının her ikisine birden de "Holoenzim" denir. Kimyasal tepkimelerin gerçekleşebilmesi için tepkimeye girecek madde moleküllerinin aktifleşmesi ve belirli enerji düzeyine ulaşması gerekir.Tepkimenin başlamasını sağlayan bu enerji düzeyine Aktivasyon enerjisi adı verilir.Aktivasyon enerjisi tepkimeye göre farklı değerler alır.Ortam sıcaklığını artırmak aktivasyon enejisine ulaşmayı sağlar ve tepkimeyi hızlandırır.Tepkimeyi hızlandırmanın bir yolu da katalizör kullanmaktır.Katalizör, tepkimeye girerek tepkime hızını artıran, fakat kendisi etkilenmeyen ve tükenmeyen kimyasal maddelerdir.Katalizörler tepkimenin aktivasyon enerjisini düşürürler.Canlılarda,tepkimenin gerçekleşmesi için ortam sıcaklığını artırmak, olumsuz sonuçlar doğuracak,yüksek sıcaklıktan canlının yaşamı sona erecektir. Enzim substratına nonkovalent olarak bağlanır (zayıf bağlarla). Bu bağlanma için gerekli enerji bağlanma enerjisidir. Bu enzim substrat etkileşimini stabilize eder ve reaksiyon aktivasyon enerjisini düşürür.




Enzim Aktivitesi: Belirli bir zamanda ve belirli başlangıç şartlarında, bilinen bir enzim miktarının etkisiyle değişime uğrayan substrat miktarının ölçülebilmesiyle ifade edilen değerdir.







Enzim–Substrat Birleşme Modelleri

Anahtar kilit modeli: Enzimler hangi tepkimeyi katalizledikleri ve bu tepkimeye hangi substratın girdiğine çok büyük bir özgüllük gösterirler. Bunun nedeninin, enzim ve substratının birbirine tam uyan tamamlayıcı geometrik şekilleri olmasından dolayı olduğu öne sürülmüştür.Bu fikre sıkça "anahtar kilit" modeli olarak değinilir.

İndüklenmiş uyum modeli: Enzimler göreli olarak esnek yapılar olduklarına göre, substrat enzimle etkileşirken aktif merkezin şekli sürekli olarak substrat tarafından değiştirilmektedir.Bunun sonucu olarak, substrat sadece hareketsiz bir aktif merkeze bağlanmıyor, aktif merkezi oluşturan amino asit yan zincirleri biçim alarak enzimin katalitik işlevini yerine getirmesini sağlıyorlar. Bazı durumlarda, örneğin; glikozidazlarda, substrat molekül de aktif merkeze girerken şeklini biraz değiştirir. Substrat tamamen bağlanana kadar aktif merkez şeklini değişitirir, o noktada en son şekil ve yükü belirlenmiş olur.




Enzimlerin Sınıflandırılması

           1.      Oksidoredüktazlar: Oksidasyon-redüksiyon yani yükseltgenme-indirgenme reaksiyonlarını katalize eden enzimler bu sınıftandır.
         a) Dehidrogenazlar: Elektron kazandırıcı tepkimeleri etkilerler.
b) Oksidazlar: Elektron kaybeden tepkimeleri etkilerler.
2. Transferazlar: Fonksiyonel  bir  grubun  transfer  reaksiyonunu  katalize  eden enzimlerdir.

3. Hidrolazlar: Bir molekül su sokmak suretiyle ya da su molekülü aracılığıyla moleküllerin yıkılmasını sağlayan enzimlerdir. Ester, peptit, asit anhidrit ve glikozidik bağlarına etki ederler.

  Üre + H2O à CO2 + 2NH3

4. Liyazlar: Bu enzimler C-C, C-O ve C-N arasındaki bağların hidrolizden ve oksidasyondan farklı bir yolla kırarlar veya bu atomlar arasına bir çift bağ ilave ederler.

5. İzomerazlar: Molekül içinde değişiklik yaparak onun uzayda dizilişini değiştiren enzimlerdir. Örneğin;razemaz, epimeraz.

      L-Alanin à D-Alanin

6. Ligazlar (Sentetazlar): Enerji kullanarak substrat moleküllerinin birbirine bağlanmasını; örneğin amino asitlerin ve yağ asitlerinin aktifleşmesini sağlarlar.

Enzimlerin Çalışmasına Etki Eden Faktörler


Ph:Enzimler pH değişimine karşı çok duyarlıdırlar. Genellikle çok fazla asidik ve alkalik ortamda etkisizdirler. Bazı hallerde enzimler en yüksek etkinliği belirli bir pH derecesinde gösterirler. Bu pH derecesine "Optimum pH" denir. Örneğin, proteini parçalayan pepsin, midenin 2 pH'lık asidik ortamında maksimum çalışır; buna zıt olarak pankreastan salgılanan ve yine protein sindiriminde rol alan tripsin, ancak 8,5 pH'de optimum olarak çalışabilir. pH'la ilgili olmasının nedeni, yapılarında proteinleri  
taşımalarındandır.



Enzim Konsantrasyonunun Etkisi:Enzim reaksiyonunun hızı, genel olarak enzimin konsantrasyonu ile orantılıdır. Enzime miktarı arttıkça reaksiyon hızı paralel olarak artar.


Substrat Konsantrasyonunun Etkisi: Sabit enzim konsantrasyonunda, enzim reaksiyonunun hızı belirli bir noktaya kadar substratkonsantrasyonu ile artar, bundan sonra substrat konsantrasyonunun artması ile reaksiyon hızıdeğişmez.


Substrat Yüzeyi : Enzim etkinliği substratın dış yüzeyinden başladığı için, substrat yüzeyi arttıkça tepkimenin hızıda artar.Bu yüzden, kıyılmış et aynı miktar parça etten daha kolay sindirilir.Besinlerin dişlerle parçalanması da enzimlerin etki yüzeyini artırır, reaksiyonun toplam süresini kısaltır.





Sıcaklık: 10 °C yükseldiğinde tepkime hızı iki misli artar; yani tepkime hızının yükselmesi, sıcaklıkla doğru orantılıdır. Fakat belirli bir noktadan itibaren düşmeye başlar ve tamamen durur. En iyi çalışabileceği sıcaklığa Optimum Sıcaklık denir. Yüksek sıcaklıklarda enzimler etkisizdirler (genellikle 55-60 °C'de). Bazı ılıcalarda yosunlar 80 °C'de yaşabilirler; fakat bunun üzerindeki sıcaklıklarda enzimleri tamamen koagüle olur ve bir daha etkili hale geçemez. Optimum noktanın biraz üzerinde enzimler etkisiz olmasına karşın, sıcaklık düşünce tekrar etkili hale geçebilirler. Fakat bu sıcaklığın devamı ya da sıcaklığın biraz daha yükselmesi enzimlerin etkinliğini sonsuz olarak ortadan kaldırır. Enzimlerin etkisiz hale geçmeleri ile proteinlerin koagüle olması arasında büyük bir ilişkinin olması, onların, büyük bir kısminin proteinlerden yapıldığım kanıtlar. Doğal olarak enzimler, proteinlerin bir kısmı gibi üçüncül yapıya sahiptir veya en azından moleküllerinin bir kısmı bu yapıdadır. Fakat yüksek sıcaklıklarda bu helozonik ya da üçüncül yapı parçalandığından ya da birbiri üzerine yığıldığından, protein koagüle olur ve enzim etkisiz hale geçer (sütün kaynatılmasında, bakteri enzimlerinin etkisiz hale geçmesi ile ekşime önlenir; bu yoldan teknikte büyük ölçüde yararlanılır; konserve vs. yapımında). Düşük sıcaklıklar enzimin etkinliğini azaltır. 0°C'de enzim ya hiç ya da pek az işlev gösterir; fakat soğuğun enzimin yapışım bozduğu görülmemiştir. Sıcaklık eski hale döndüğünde etkinlik yine başlar (dondurmak suretiyle besin maddelerinin saklanması, yine enzimlerin etkisiz hale geçirilmesiyle sağlanır), insan vücudunda, daha doğrusu sabit sıcaklıklı hayvanlardaki enzimler çoğunluk 37°C'de optimum etkindirler. Daha yüksek sıcaklıklarda (çocuklarda 42, yetişkinlerde 41 °C) enzimler etkisizleşirler; çok defa da koagüle olurlar.  

 İnhibitörler: Enzim etkinliğini durdurarak tepkime hızının sıfıra düşmesine neden olurlar.Örnek olarak Pb (kurşun),Hg(civa) gibi ağır metaller ve CN (siyanür) verilebilir.CN mitokondrideki ATP üretimini bloke eder ve bir kaç dakika içinde oksijenli solunum yapan canlının ölümüne neden olur.Birçok kimyasal madde enzimleri etkisiz hale getirir; örneğin, siyanit, solunumda önemli rol oynayan sitokrom oksidaz enzimini etkileyerek inhibe eder .Ölüm meydana gelebilir. Florit, glikozu laktik aside çeviren enzim kademelerine etki eder. Hatta enzimin bizzat kendisi zehir etkisi yapabilir; örneğin, 1 mg. kristal tripsin, farenin damarına enjekte edilirse ölüm meydana gelir. Bazı yılan, arı ve akrep zehirleri de enzimatik etki göstererek kan hücrelerini ya da diğer dokuları tahrip ederler.

Aktivatörler: Enzim etkinliğini artırarak tepkime hızının artmasına neden olan maddelerdir.Örnek olarak HCl ,Fe2+ verilebilir.Aşağıdaki örnekte HCl asitin Pepsinojeni aktive etmesi verilmiştir. Panzehirler, enzime bağlanmış olan zehiri kendine bağlayarak enzimin serbest kalmasını ve enzimatik reaksiyonların normal seyrinde devam etmesini sağlar.

   Pepsinojen + HCl à PEPSİN


Suyun Etkisi: Enzim reaksiyonunun gerçekleşebilmesi için ortamda belirli oranda su olması gerekir. Çünkü moleküllerin birbirine çarparak reaksiyonu gerçekleştirebilmesi için hareketi sağlayacak sıvı bir ortamın olması gerekir. Tohumlarda su miktarı az olduğundan reaksiyonlarda minimal seviyede gerçekleşmektedir.Genellikle % 15'in altında su içeren ortamlarda, enzimler işlev göstermezler. Reçel ve pekmez yapımında bu faktör önemlidir. Sulandırılan reçelin, balın ya da pekmezin vs.'nin mayalanması ve ekşimesi bu yüzdendir. Hatta tahıl alımlarında su oranının % 15'in altında istenmesi de bu nedene dayanır.

KAYNAKLAR


HAZIRLAYAN:GAMZE NAR