22 Haziran 2012 Cuma

Akışı Değiştirenler


Mohandas Karamçand Gandi



Mohandas Karamçand Gandi , 2 Ekim 1869 – 30 Ocak 1948 yılları arasında yaşamıştır. Gerçek ve kötülüğe karşı aktif ama şiddet unsuru içermeyen direniş ile ilgili olan Satyagraha felsefesinin öncüsüdür. Bu felsefe Hindistan'ı bağımsızlığına kavuşturmuş ve dünya üzerinde vatandaşlık hakları ve özgürlük savunucularına ilham kaynağı olmuştur. Gandi Hindistan'da ve dünyada, Tagore tarafından verilen ve yüce ruh anlamına gelen mahatma ve baba anlamına gelen bapu adıyla anılır.
Gandi ilk olarak Güney Afrika'da Hint topluluğunun vatandaşlık hakları için barışçı başkaldırı uyguladı. Afrika'dan Hindistan'a döndükten sonra yoksul çiftçi ve emekçileri baskıcı vergilendirme politikasına ve yaygın ayrımcılığa karşı protesto etmeleri için örgütledi. Hindistan Ulusal Kongresi'nin liderliğini üstlenerek ülke çapında yoksulluğun azaltılması, kadınların serbestisi, farklı din ve etnik gruplar arasında kardeşlik, kast ve dokunulmazlık ayrımcılığına son, ülkenin ekonomik yeterliliğine kavuşması ve en önemlisi olan Swaraj yani Hindistan'ın yabancı hâkimiyetinden kurtulması konularında ülke çapında kampanyalar yürüttü. Gandi Hindistan'da alınan Britanya tuz vergisine karşı 1930'da yaptığı 400 kilometrelik Gandi Tuz Yürüyüşü ile ülkesinin Britanya'ya karşı başkaldırmasına öncülük etti. 1942'de Britanyalılara açık çağrıda bulunarak Hindistan'ı terketmelerini istedi. Hem Güney Afrika hem de Hindistan'da birçok kere hapsedildi.
Gandi her durumda pasifizm ve gerçeği savunarak bu görüşlerini uyguladı. Kendi kendine yeterli olan bir aşram kurarak basit bir yaşam geçirdi. Çıkrık ile örülen geleneksel dhoti ve örtü gibi giysilerini kendisi yaptı. Önceleri vejetaryen iken sonraları yalnızca meyve ile beslenmeye başladı. Hem kişisel arınma hem de protesto amacıyla bazen bir ayı aşan oruçlar tuttu.
Gandi, Güney Afrika'da Hintlilere uygulanan ayrımcılığa maruz kaldı. İlk olarak elinde birinci mevki bileti olmasına rağmen üçüncü mevkiye geçmediği için Pietermaritzburg'da trenden atıldı. Daha sonra yoluna at arabası ile devam ederken, Avrupalı bir yolcuya yer açmak için arabanın dışında basamak üzerinde yolculuk etmeyi reddettiği için sürücü tarafından dövüldü. Yolculuğu esnasında bazı otellere alınmamak gibi çeşitli zorluklarla karşı karşıya kaldı. Benzer diğer olaylardan birinde bir Durban mahkemesi yargıcı türbanını çıkarmasını emrettiğinde buna karşı çıktı. Sosyal haksızlıklar karşısında uyanmasına neden olan bu olaylar hayatında bir dönüm noktası olmuş ve daha sonraki sosyal eylemciliğine temel oluşturmuştur. Güney Afrika'da Hintlilerin maruz kaldığı ırkçılık, önyargı ve haksızlıklara doğrudan tanık olmuş ve halkının Britanya İmparatorluğu içindeki yeri ile kendisinin topluluk içindeki yerini sorgulamaya başlamıştır.
Çoğunluğu Britanyalı olan toprak sahiplerinin milis kuvvetleri tarafından baskı altında tutulan köylüler aşırı yoksulluk içindeydi. Köyler son derece pisti ve hijyenik değildi. Alkolizm, kast sistemi nedeniyle yapılan ayrımcılık ve kadınlara karşı uygulanan ayrımcılık çok yaygındı. Yıkıcı bir kıtlık olmasına rağmen Britanyalılar giderek artan yeni vergiler koymakta ısrarcıydı. Durum ümitsizdi. Gandi kendisini uzun zamandır destekleyenlerle ve bölgeden yeni gönüllülerle burada bir aşram kurdu. Kötü yaşam koşulları, çekilen acılar ve uygulanan vahşet köylerin detaylı olarak incelenmesiyle kayıt altına alındı. Köylülerin güvenini kazanarak buraların temizlenmesine, okullar ve hastaneler kurulmasına öncülük etti. Köy liderlerini yukarıda belirtilen toplumsal sorunları ortadan kaldırmaları için cesaretlendirdi.
Ama asıl etki, polis tarafından huzursuzluk yaratma nedeniyle tutuklanıp eyaleti terketmesi istendiğinde başgösterdi. Yüzbinlerce insan hapisane, karakol ve mahkemelerin önünde protesto gösterilerinde bulunarak Gandi'nin salınmasını istedi. Mahkeme isteksizce Gandi'yi salmak zorunda kaldı. Gandi toprak sahiplerine karşı protestolar ve grevler düzenledi. Britanya hükümetinin yönlendirmesiyle toprak sahipleri bölgenin yoksul köylülerine daha fazla yardım edeceklerine, ürettiklerini tüketebileceklerine ve kıtlık bitene kadar vergileri kaldıracaklarına dair bir antlaşma imzaladı. Bu karışıklık sırasında insanlar Gandi'ye Bapu (Baba) ve Mahatma (Yüce Ruh) demeye başladı. Kheda'da, Sardar Patel Britanyalılarla yapılan pazarlıklarda köylüleri temsil etti. Pazarlıklar sonrasında vergiler askıya alındı ve tüm tutuklular salıverildi. Bunun sonucunda Gandi'nin ünü tüm ülkeye yayıldı.
Hintlilerin Britanya malı kumaşlar yerine elle dokunmuş khadi kumaşı kullanmasını savundu. Gandi yoksul zengin demeden tüm Hintli erkek ve kadınların bağımsızlık hareketini desteklemeleri için her gün khadi kumaşı dokumasını tavsiye etti.Ancak hareket doruk noktasına ulaştığında Şubat 1922'de, Uttar Pradeş'in Chauri Chaura şehrinde şiddetli çatışma sonucu birdenbire sona erdi. Hareketin şiddete doğru yönelmesinden ve bunun bütün yapılanları yıkmasından korkan Gandi ulusal itaatsizlik kampanyasını sona erdirdi. Ayrıca işbirliği yapmama sırasında Hindu ve Müslümanlar arasındaki işbirliği parçalanmaya başlamıştı. Gandi bu farklılıkları 1924 sonbaharında yaptığı üç aylık oruç  gibi yöntemlerle ortadan kaldırmaya çalıştı ama çok başarılı olamadı.
Hindistan'ı Terket mücadelenin tarihindeki en kuvvetli eylem oldu, toplu tutuklamalar ve şiddet tahmin edilemeyen boyutlara ulaştı. Binlerce eylemci polis ateşiyle öldü ya da yaralandı, ve yüzbinlerce eylemci tutuklandı.
Gandi ve Kongre Çalışma Komitesinin tamamı Britanyalılar tarafından 9 Ağustos 1942'de Bombay'da tutuklandı. Gandi ağır bir sıtma krizi geçirdi. Sağlığının kötüleşmesi ve ameliyat gereksinimi nedeniyle savaş sona ermeden 6 Mayıs 1944'te salıverildi. Britanyalılar Gandi'nin hapiste ölmesi karşısında ülkeyi kızdırmak istemedi. Her ne kadar Hindistan'ı Terket eylemi hedefine ulaşma konusunda tam başarılı olamadıysa da eylemin acımasızca bastırılması 1943'ün sonlarında Hindistan'a bir düzen getirdi. Savaşın sonunda Britanyalılar yönetimin Hintlilere verileceğine dair bariz açıklamalarda bulundu. Bu noktada Gandi mücadeleyi durdurdu.
30 Ocak 1948'de, Yeni Delhi'de bulunan Birla Bhavan 'ın (Birla Evi) bahçesinde gece yürüyüşünü yaparken vuruldu ve öldü. Suikastçı Nathuram Godse Hindu bir radikaldi ve Pakistan'a ödeme yaptırılmasında ısrar ederek Gandi'nin Hindistan'ı zayıflattığını savunan aşırı uç görüşteki Hindu Mahasabha ile bağlantısı vardı.

NOT:Gandhi isimli biyografik filmi izleyerek de çok güzel bilgilere sahip olabilirsiniz.Süresi 3 saat 10 dakikadır.


HASAN SABBAH


1035-1124 yılları arasında Büyük Selçuklu Devleti zamanında yaşamıştır.Şii inancının önderleriyle temas etmiş ve Şiiliği benimsemiştir. Dini çalışmalarını geliştirmek için Fatimiler'in hakim olduğu Kahire'ye gitmiştir. Hasan Sabbah, yaklaşık 9 yıl çeşitli kentleri gezerek, İsmailliliği yaymaya çalıştı. İran'a döndüğünde Selçuklu sarayında yüksek bir memuriyetle işe başlayacaktır. Bu dönemde ünlü Büyük Selçuklu veziri Nizamülmülk'ün emrinde çalışmaya başlamıştır.Fakat daha sonra ordan kötü bir şekilde ayrılmıştır.
 Kesin olarak bilenen ise Hasan Sabbah'ın yoğun dini çalışmalarından sonra örgütlenmeye başladığı ve Alamut kalesini ele geçirip burada üslenmesidir. Söz konusu kalede 2 000 müridinin yaşadığı söylenmektedir. Dönemin ileri gelenlerine yönelik suikastleri işletmek için fedailerine haşhaş vererek (bu daha çok muhalifleri tarafından uydurulduğu söylense de) onların zihinlerini kontrol ettiği bilinmektedir. Bu yüzden örgütün adı Haşhaşiler olarak anılagelmiştir. 11. yüzyılın sonlarında Elbruz dağlarının en sarp zirvelerinden birinde yükselen Alamut kalesinin ve kalenin komutanı Hasan Sabbah’ın öyküsü  Alamut kalesinin efsanevi güzellikteki bahçesine açılan uzun koridorda başlıyor. Sıkı bir Kuran eğitiminden geçirilmiş ve eğitimi başarıyla tamamlamış mürit cennete bir ziyaretle ödüllendirilmiş, koridorda yürümektedir. Koridor boyunca sağlı sollu haşhaş tütsüleri vardır ve mürit her adımda bir miktar daha kendinden geçmektedir. Kalp ritmi değişir, beyni hiç olmadığı gibi işlemeye başlar, bilinci iyiden iyiye bulanıklaşır. Renkler ve zaman her zamankinden farklıdır, yaşadığı his daha önce yaşadığı hiçbir hisse benzememektedir ve mürit garip bir şekilde kaygısız, bir o kadar da mutludur. Mutluluk koridorda atılan her adımda biraz daha artar ve cennetin kapısına ulaşıldığında artık doruktadır. Kapı aralandığında yeryüzünde gördüğü her yerden daha güzel bir bahçe çıkar müridin karşısına ve onu daha önce hiç görmediği kadar güzel kadınlar karşılar burada. Her şey tam da Kuranda anlatıldığı gibidir, cennet harikadır ve bu kısa ziyaretin tadı müridin damağında kalır. Artık yaşadığı bu kusurlu dünya onun umurunda değildir, tek istediği kısa bir ziyaret yaptığı cennete ebediyen kavuşmaktır. Bunun ise tek yolu vardır, kusursuz iman ve itaat. Mürit tanrının bu dünyadaki temsilcisi olan ve ona cenneti gösteren Hasan Sabbah’a sorgusuz ve kusursuz itaat etmeli, gerektiğinde canını vermelidir. Zaten yaşadığı hayatın ne önemi vardır ki, ölüm onun için çile dolu yaşamından kurtuluş ve zevk dolu yeni hayatına başlamak demektir.

İşte Hasan Sabbah bu şekilde tarihin ilk ve belki de en korkunç terör örgütünü yarattı. Müritleri gözlerini bile kırpmadan öldü veya öldürdü. Selçuklu veziri dahil, Hasan Sabbah’ın canını sıkan kim varsa onun suikastçılarının hedefi oldu ve fedaileri ölümüne savaşıp Alamut kalesinin fethedilmesini engellediler. Hasan Sabbah, nüfuzunu artırarak cinayet faaliyetlerine hız vermiştir. Yeni yeni yerler alırken diğer taraftan propaganda faaliyetleriyle Selçuklu Devletini baskı altında tutmustur.Hemen hergün 5-10 insan fidâiler tarafından öldürülüyordu. Sultan Berkyaruk dahi suikastlerden nasibini almışt1r. Neyseki canlı kurtulabilmişti. Hasan Sabbah’ın öldürttüğü şahsiyetler genelde siyasi dini ve askeri kesimden insanlardı. Bu nedenle ülkede adeta terör havası esiyordu. Hasan Sabbah ise 1124 yılındaki ölümüne dek kalesinde saltanat sürdü.

BU BİLGİLERİN DOĞRU OLMADIĞINI SÖYLEYEN KİŞİLERİN DE  SESİNİ DUYMAK GEREKİR.ŞİMDİ O DÜŞÜNCELERE BAKALIM…

Hasan Sabbah, fedailerini sahte cennet vaadiyle kandırıp, onları uyuşturucuya alıştırıp, eylemlere gönderiyormuş.  Oysaki gerçekler çok daha farklıdır. Gerçekte Hasan Sabbah, kötülüklere, haksızlıklara karşı gelmiş ve öğrencilerini de bu doğrultuda eğitmiştir. Onlara asla ve asla haksızlığa boyun eğmemelerini öğütlemiş, bu uğurda gerekirse yaşamlarını ortaya koymalarını öğütlemiştir. Hasan Sabbah’ı izleyen öğrencileri, yer yer fedai eylemler geliştirip, haksızlıkların üzerine gittiklerinden dolayı doğal olarak muhalifleri bunun karşıt propagandasını yapmışlardır. Ama bilinmelidir ki, bir kişiye ne kadarda uyuşturucu verilirse verilsin, o kişi asla böyle kolay eylemler yapamaz. Aksine uyuşturucu alan kişi hantallaşır. Kısacası kabul etmesi gerekilen gerçek, Haşhaşilerin, çok bağnaz bir imandan başka uyuşturucuları yoktu. Bu yüzden Hasan Sabbah’tan bahseden Alamut ve Alamut’a Dönüş kitapları çelişkilerle dolu, yarısından çoğu safsata, Haşhaş alarak insan nasıl atak ve dikkatlice bir cinayet işleyebilir?


     Aslında isimleri “Haşhaşiyün” bile değildi. “Sır Bekçileri” anlamına gelen "Assasin" den kulaktan dolma bir şekilde türetilen bir sözcüktür. Ayrıca Hasan Sabbah adamlarına "Dinin Esası" anlamına gelen "Esasiyun" diye seslenmeyi de severdi ki  bu dünyayı korkutan bu adamları karalamaya çalışan dönemin Türk hükümdarları, Batı’nın ileri gelenleri, Haçlılar ve Alamut’u görmeden yazan Marco Polo’nun çarpıtmaları sonunda Haşhaş içirme damgası vuruldu. Peki bu Haşhaş muhabbeti nerden geldi? Hasan Sabbah’ın bitki tutkunu olduğu da bilinirmiş ki bunun yalan olma ihtimali çok yüksektir.
Haşhaşi deyiminin ortaya çıkmasının nedeni onun müritlerinin Hasan Sabbaha körü körüne bağlanması, adeta aklı çıkmışçasına Şeyhinin söylediği her şeyi tartışmasız yapmalarında aranmalıdır. Tapınak Şövalyeleri Alamut Kalesine gittiklerinde, Hasan Sabbah onları etkilemek için kalenin yukarısında duran müritlerinden üçüne işaret ederek aşağıya atlamalarını istemiş ve onlar da hiç tereddüt göstermeden atlayınca Tapınakçılar bu olaydan oldukça etkilenmişlerdir. Bu tavır o insanların uyuşturucu almadan bunu yapmalarının mümkün olmadığı fikrine götürmüş olabilir. Halbuki İsmailiye Mezhebinde lidere itaat Allah’a itaat olarak kabul edilmekte ve  İmam yeryüzünde Allah olarak kabul görmekteydi.


1256 yılında Moğolların ve Mısır Memlük sultanı Baybars'ın çifte saldırısı Assasiyun(Haşhaşi) iktidarına son verdi.

NOT:Fedailerin Kalesi Alamut adlı kitabı okuduğunuzda bilgi sahibi olabilirsiniz.Güzel akıcı bir kitaptır.Hasan Sabbah hakkında kesin yargılarla konuşmamamız gerektiğini düşünüyorum, okuduğumuzun bir roman olduğunu unutmamalıyız.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder